Su Kirlenmesi Araştırmaları ve Kontrolü Türk Milli Komitesi

       
Ana Sayfa 

 

 

 

 

DEPREM VE ÇEVRE

Su Kirlenmesi Kontrolü Dergisi Cilt 10 Sayı 1 sh. 5-8, 2000

 

Cumali KINACI

İstanbul Teknik Üniversitesi, İnşaat Fakültesi, Çevre Müh. Bölümü, 80626 Maslak, İstanbul

 

 

GİRİŞ 

 

Bilindiği üzere Türkiye 1999 yılı içinde, ilki 17 Ağustos Kocaeli, diğeri 12 Kasım Düzce merkezli olmak üzere iki büyük deprem yaşamıştır. Bu depremlerde 20.000’e yakın can kaybı olmuş; 50.000 civarında yaralanma meydana gelmiş; çok sayıda bina enkaz haline gelmiş veya kullanılmaz derecede ağır hasar görmüş; bir milyonu aşkın nüfus evsiz kalmıştır. Başlangıçta sadece kurtarma ve can kaybını en aza indirme, beslenme ve barınma gibi acil sorunlar öne çıkmıştır. Tüpraş Yangını ve Aksa Tesislerinden akrinonitril sızması gibi birkaç tekil olay dışında depremin çevresel etkileri üzerinde yeterince durulmamıştır.

 

Deprem konusu ile ilgilenen uzmanlar, daha önceden olduğu gibi bundan sonraki yıllarda da, Türkiye’nin tektonik yapısı nedeniyle, şiddetli depremlerin meydan gelme ihtimalinin oldukça yüksek olduğunu belirtmektedirler. Bu nedenle Türkiye’nin depreme hazırlıklı olması ve depremle yaşamaya alışması gerekmektedir. Bu yazıda depremin çevresel etkileri ve bu etkileri en aza indirebilmek için alınması gereken bazı önlemler üzerinde durulacaktır.

 

Deprem canlıların yaşadığı çevreyi tahrip eden, gerekli önlemler alınmazsa çok ciddi çevresel tahribatlar yapan doğal bir afettir. Bu tahribatlar depremle birlikte hemen ortaya çıkan akut etkiler şeklinde olabildiği gibi, uzun vadede ekolojik yapıda kendisini hissettiren etkiler şeklinde de görülebilmektedir. Depremin çevresel etkilerini en aza indirmek için alınabilecek önlemler deprem öncesi, sarsıntı sırası ve deprem sonrası olmak üzere üç grupta sınıflandırılabilir. Bu bakış açılarıyla aşağıdaki değerlendirmeler yapılmıştır.

 

DEPREMİN ÇEVRESEL ETKİLERİ

 

Depremin çevre mühendisliğini ilgilendiren etkilerini aşağıdaki ana başlıklar altında toplamak mümkündür:

 

1.   Depremde endüstriyel yapıların yıkılması ve/veya boru hatlarının kırılması veya çatlaması sonucu ortaya çıkan tehlikeli maddelerin yanması ve/veya çevreye yayılması, insan yaşamını ve ekolojik yapıyı önemli ölçüde etkilemektedir. Bunun en somut örneğini Türkiye Kocaeli Depremi’nde Tüpraş Yangını ve Aksa Tesislerinden çevreye akrinonitril yayılması ile yaşamıştır. Yangın ve tehlikeli maddelerin ortama yayılması depremin ani etkisi olup bu etkiler kısa sürede patlama, yanma ve yayılma sonucu ekolojik çevrede (su, hava ve toprak ortamlarında) akut ve kronik tahribat meydana getirmektedir.

2.   Depremle birlikte meydana gelen zeminde çökme ve/veya göçme gibi değişimler de ekolojik yapıyı etkilemektedir. Bunun en canlı örneği 17 Ağustos 1999 tarihindeki depremde Gölcük’te ve Sapanca’da yaşanmıştır. Diğer taraftan depremden hemen önce ve sarsıntı sırasında suların ısınması, radon gazı çıkışının artışı gibi faktörlerin de canlı yaşamını etkilediği gözlenmiştir.

3.   Depremde nükleer santrallere ait yapıların çatlaması sonucu çevreye zararlı olacak düzeyde radyasyon sızabilmektedir. Türkiye’de şu anda bulunmamakla birlikte komşu ülkelerdeki, özellikle deprem kuşağındaki Ermenistan ile Bulgaristan’daki nükleer santrallerden deprem etkisiyle radyasyon yayılması, sadece o ülkeler için değil bu arada Türkiye için de kısa ve uzun vadede canlı yaşamını olumsuz yönde etkileme riski yüksek olan bir tehlikedir.

4.   Su dağıtma şebekesinde depremden hemen sonra lokal vanalar vasıtasıyla otomatik olarak su kesilmemesi durumunda kırılan ve/veya kopan boru ve su tesisatından sızan sular enkaz altında kalan canlıların boğulma tehlikesi geçirmesine ve yapı taşıyıcı elemanlarının su etkisiyle gevşeyerek daha hızlı bir şekilde yıkılmasına yol açmaktadır.

5.   Doğal gaz ve elektrik şebekelerinin deprem sırasında otomatik olarak kesilmemesi durumunda, can ve mal kaybıyla birlikte ekolojik çevrede de olumsuz etkiler bırakan büyük yangınlar çıkmaktadır. 1994 yılında Japonya’daki Kobe Depremi’nde meydana gelen ölümlerin en az üçte ikisinin çıkan yangınlardan ve su basması sonucu boğulmalardan meydana geldiği rapor edilmiştir.

6.   Depremle birlikte bir kısmının evlerinin enkaz haline gelmesi, bir kısmının ağır veya orta derece hasar görmesi, diğer bir kısmının ise evleri sağlam olsa bile psikolojik korku nedeniyle evlerine girememeleri sonucu deprem bölgesinde yaşayan insanların önemli bir kısmı bir süre dışarıda kalmaktadır. Bu sırada insanlar sağlıksız koşullarda yaşamaktadır. Ayrıca ortaya çıkan katı atıkların uzaklaştırılması, kurtarma ve gıda temini gibi diğer acil sorunlar yanında, genellikle öncelikli bir problem olarak görülmemekte, bu da organik katı atıkların bozunarak çevreye kötü koku salmasına ve salgın hastalıkların hızla yayılmasına yol açmaktadır.

7.   Su getirme ve dağıtma şebekesinde meydana gelen hasar suyun kesilmesine yol açmaktadır. Bunun sonucunda bölgede su sıkıntısı çekilmekte, sağlıksız ve kirli su kullanılması sonucu salgın hastalık tehlikesi baş göstermektedir. Su şebekesinin kırılan noktalarından içeri kirli suların sızması sonucu toplum sağlığı tehlikeye düşmektedir.

8.   Bir diğer önemli altyapı sistemi olan atıksu toplama (kanalizasyon) sisteminin zarar görmesi durumunda kirli sular çevreye rastgele yayılmakta, salgın hastalıklar baş göstermektedir.

9.   Depremden sonra su temini ve kanalizasyon sistemlerinin kullanılamaması sonucunda su temininde ve atıksu uzaklaştırmada sorunlarla karşılaşılmaktadır. Bu ani su temini ve atıksu uzaklaştırma sorununa kısa sürede çözüm bulunamaması durumunda felaketin getirdiği yük daha da ağırlaşmakta, can kaybı artmaktadır.

10. Deprem sonucu ortaya çıkan enkazın kaldırılması da bir diğer önemli çevre sorunudur. Enkazın geri kazanım uygulanmadan taşınarak rastgele depolanması, özellikle sahilden denize dökülerek kıyı bandının tahrip edilmesi hem kıyı flora ve faunasını yok etmekte, hem de zamanla sahil bandının doğal yapısının bozulmasına yol açmaktadır.

 

ALINABİLECEK BAZI ÖNLEMLER

 

Depremden  Önce Alınabilecek Bazı Önlemler

 

1.   Aktif fay hatları üzerinde belirli bir genişlikte (mesela 1 km gibi) bir kuşak ağaçlandırılarak bu kuşak içinde hiçbir yapıya izin verilmemelidir. Fay hattını kesen yol, boru hattı ve benzeri yapılar, özel ve esnek geçişlerle, meydana gelebilecek maksimum fay atım miktarından etkilenmeyecek şekilde teşkil edilmelidir. Bugünkü teknolojik seviye böyle yapılanmaları mümkün kılmaktadır.

2.   Depremle birlikte büyük çevresel risk taşıyan nükleer santral, baraj, yanıcı ve tehlikeli madde yayma riski bulunan endüstriyel tesisler ve benzeri kuruluşların yer seçiminde deprem tehlikesi dikkate alınmalı, bu tesisler fay hattına uzak, sağlam zemin üzerinde, her türlü riskin dikkate alındığı mühendislik tasarımı ve denetimi altında inşa edilmeli, yatırım kararı verilmeden önce tesis hakkında ciddi çevre etki değerlendirme (ÇED) çalışması yapılmalıdır.

3.   Şehirlerin planlanmasında, İmar Kanunu’nda belirtilen 7 m2/kişi değerinin üzerinde, gelişmiş ülkelerde olduğu gibi 20 – 80 m2/kişi olacak şekilde yeşil alan bırakılmalıdır (Samsunlu, 1999; Samsunlu vd. 1999). Bu alanlar bir deprem sırasında halkın tahliyesi ve hizmetlerin en kısa sürede ulaştırılabilmesi açısından oldukça önemlidir. 17 Ağustos 1999 depremi sonrasında İstanbul’da bu ihtiyaç kendini, belirgin bir şekilde hissettirmiştir.

4.   Yerleşim alanlarının planlanmasında aktif fay hatları ve zemin özellikleri dikkate alınmalı, mevcut yerleşimler belirli bir plan ve zamanlama dahilinde yeni belirlenecek daha uygun alanlara kaydırılmalıdır.

5.   Muhtemel bir deprem için çevresel acil eylem planları hazırlanmalı, çevre açısından risk taşıyan tesisler tek tek belirlenerek buralarda meydana gelmesi muhtemel yanma, tehlikeli madde sızması ve benzeri durumlar için acil müdahale önlemleri geliştirilmelidir. Tüpraş yangını, denize veya toprağa petrol sızması veya Aksa Tesisleri’nden tehlikeli madde sızması durumlarında olduğu gibi bir tehlike ile karşılaşıldığında halkın nasıl, nereye, ne şekilde tahliye edileceği, bu olaylara nasıl müdahale edileceği acil eylem planında açık bir şekilde çeşitli senaryolar halinde önceden belirlenmiş olmalıdır. Diğer taraftan bu gibi durumlarda çevresel hasarı en aza indirmek için hangi müdahalelerin yapılabileceği araştırılmalıdır.

6.   17 Ağustos 1999 depremi sonrasında Marmara Denizi’ne tehlikeli madde sızıntısı olduğu, bunun deniz ekosistemindeki canlıları olumsuz yönde etkileyerek ekolojik hasarlara yol açtığı ileri sürülmüş, bu korku nedeniyle önemli miktarda sebze ve meyve imha edilmiş, ancak Türkiye’de ekotoksikoloji laboratuarı olmadığından, sebze ve meyveye tehlikeli madde bulaşıp bulaşmadığı ve deprem sonrasında Marmara Denizi’ndeki etki belirlenememiştir. Marmara Bölgesi’nde aşırı nüfus yoğunluğunun yanında büyük, orta ve küçük ölçekli çok sayıda endüstriyel tesis mevcut olduğundan, deşarj limitlerini sağlayacak derecede arıtma yapılsa dahi, Marmara Denizi ve diğer su kaynaklarına canlı hayatını olumsuz yönde etkileyecek ölçüde kirletici girecektir. Sadece deprem için değil Türkiye’deki su ve toprak kaynaklarına olabilecek toksik deşarjların ve bunların etkilerinin incelenip zamanında gerekli önlemlerin alınabilmesi için mutlaka en az bir ekotoksikoloji laboratuarı kurulmalıdır (Yenigün, 1999). Böylece deprem öncesi ve sonrası çevresel ortamlardaki düzey belirlenerek, etki hakkında karar verilip gerekli önlemler alınabilecektir.

7.   Sahil doldurularak alan kazanma işlemi zorunlu durumlar hariç yasaklanmalıdır. Sahil dolgusu yüzyılların mirası ekolojik yapıyı bir anda yok etmektedir. Bu dolgu zeminler deprem sırasında kayma ve/veya göçme sonucu tehlike doğurmaktadır. Dolgu zemin üzerinde yapılaşmaya kesinlikle izin verilmemelidir.

8.   Su getirme ve atıksu toplama (kanalizasyon) sistemleri kırılgan bir malzemeden yapılmışlarsa veya hareketli bir zemin üzerinde inşa edilmişlerse deprem esnasında eğilip bükülmekte ve kırılmaktadır. 17 Ağustos 1999 Depremi’nde Sapanca Gölü’nden su alma, su dağıtma ve atıksu toplama  sisteminde bu problemle karşılaşılmıştır (Sarıkaya ve Koyuncu, 1999). Bu nedenle özellikle aktif deprem bölgelerinde, içme suyu temini maksadıyla kullanılan ancak çok kırılgan olan, asbestli çimento ve font (pik) boru kullanımı terk edilmeli, yerine daha esnek olan düktil font, çelik veya yüksek yoğunluklu polietilen (YYPE) boru kullanılmalıdır. Aynı şekilde Türkiye’de çoğunlukla beton boru kullanılan atıksu toplama (kanalizasyon) şebekelerinde de daha esnek olan YYPE borular kullanılabilir. Boruların döşeneceği hatların belirlenmesinde zemin özellikleri dikkate alınmalıdır. Boru birleşimleri esnek ve deprem etkisi sonucu oluşacak zemin hareketi ile su sızdırmayacak şekilde teşkil edilmelidir. Gerek boru malzemesi, gerek boruların döşendiği ortamda yatay yükler etkisiyle boruların hareketi, gerekse uygun boru birleşimleri konusunda ilave araştırmalar yapılmalıdır.

9.   Özellikle İstanbul’da sahile döşenmiş olan büyük çaplı kollektörlerin depremden zarar görme riski dikkate alınıp atıksu toplama sistemi yeniden gözden geçirilmelidir.

10. Gerek su dağıtım şebekesi gerekse atıksu toplama sistemindeki pompa istasyonlarının zarar görme ihtimaline karşı gerekli takviyeler yapılmalıdır. Aynı şekilde su depoları da gözden geçirilmelidir. Ayaklı depo uygulamasından vaz geçilmeli, gömme depo tercih edilmelidir.

11. Altyapı sistemlerinin hasar gören kısımlarının hızlı bir şekilde belirlenmesi için merkezi bir bilgisayar kontrol ve veri edinme sistemi kurulmalıdır. Böyle bir sistem İSKİ tarafından su şebekesi için kurulmuş durumdadır. Aynı sistemin atıksu toplama şebekesi için de kurulması hasar gören kısımların hızlı bir şekilde belirlenmesini ve onarılmasını sağlayacaktır.

 

Sarsıntı Sırasında ve Depremden Sonra Alınabilecek Önlemler

 

1.   Gerek tehlikeli madde kaçağı olması muhtemel büyük endüstri tesislerinࡩn bqğlantı boruları, gerek petrol boru hatları, gerek su temini şebekesi, gerekse doğal gaz ve elektrik hatları belirli bir yatay yük etkisine maruz kaldığında otomatik olarak kapatılmalıdır. Mümkünse erken uyarı sistemi teşkil edilmelidir. Böylece can kaybı ve çevresel tahribat en aza indirilebilir.

2.   Deprem sonrası ortaya çıkacak su ihtiyacı çeşitli senaryolar için önceden tahmin edilmeli, bu ihtiyacın nasıl karşılanacağı belirlenmelidir. Su şebekesinden gelebilecek sular kirli olabileceğinden belirli bir süre sadece kullanma maksadıyla sarf edilmelidir. Aynı şekilde kesintiden sonra kırık noktalardan boru içine kirli su sızacağından şebeke suyu bir süre boşa akıtıldıktan sonra kullanılmalıdır. Başlangıçta dezenfektan konsantrasyonu yüksek tutulmalı ve yüksek dezenfektanlı bu sular içme maksadıyla kullanılmamalıdır.

3.   Depremzedelerin dışarıda (açıkta, çadırda veya geçici konutlarda) kaldıkları sürece  tuvalet ihtiyaçları için çözümler geliştirilmeli, kullanacakları sahra tuvaletleri her yerleşim yeri için tahmin edilerek en kısa zamanda nereden ve nasıl temin edileceği önceden kararlaştırılmış olmalıdır.

4.   Depremin hemen ertesinde oluşturulan acil yardım tesislerinden ortaya çıkan katı atıkların nasıl toplanacağı, nereye ve nasıl uzaklaştırılacağı acil eylem planında belirlenmiş olmalı ve hemen uygulamaya geçirilmelidir. Uzun süreli olarak yemek atıklarının konteynerlerde bekletilmesi, koku oluşmasına ve salgın hastalıklara yol açmaktadır. Bu nedenle kurulacak acil yardım alanlarının ulaşımı kolay olmalıdır.

5.   17 Ağustos 1999 Depremi’nde ortaya çıkan bir diğer önemli sorun, kısa zamanda enkaz altından çıkarılmayan cesetlerin sıcak havanın da etkisiyle kokmaya başlaması olmuştur. Bu nedenle acil eylem planında lokal bazda belirlenecek acil müdahale ekiplerinin kısa sürede enkaz altında kalan cesetleri çıkarması ve hızlı bir şekilde yine acil eylem planında belirlenmiş olması gereken yerlere definlerinin sağlanması gerekir.

6.   Depremden sonra ortaya çıkan en önemli sorunlardan birisi de ortaya çıkan molozların uzaklaştırılmasıdır. Molozların mutlaka geri kazanımdan (inşaat demiri, evlerden çıkan eşyalar, tesisat malzemeleri, kablo, tuğla, kiremit ve diğerlerinin ayrılmasından) sonra uygun depo alanlarına, tercihen eski taş ve maden ocaklarına boşaltılması uygun bir çözüm olarak gözükmektedir. Enkaz atıklarının sahilden su ortamına boşaltılması hem çevresel, hem de diğer hususlar açısından uygun değildir.

7.   Bazı durumlarda enkaz haline gelen hastahane, tehlikeli kimyasal madde kullanan imalathane ve benzeri kuruluşlardan çevreye zararlı olabilecek maddeler yayılabilmektedir. Böyle enkazların kaldırılmasında dikkatli davranılmalı, diğer molozlardan ayrı uzaklaştırılmalıdır.

8.   Yıkılmasına karar verilen yapıların önce kullanılabilir malzemelerinin tamamının alınması, yıkıldıktan sonra ortaya çıkan geri kazanılabilir malzemelerin ayıklanmasından sonra molozların katı atık olarak yönetmeliğine uygun şekilde uzaklaştırılmaları gerekir. Yıkım işleminde önce can güvenliğinin sağlanması, daha sonra çevreye zarar vermeden yıkım işleminin tamamlanması esas olmalıdır.

9.   Alınacak çevresel önlemler konusunda deprem konusunda deneyimli olan Japonya, Tayvan, ABD gibi ülkelerin uygulamalarından yararlanılmalıdır.

 

KAYNAKLAR

 

Samsunlu A., Tanık A. and Eroğlu V. (1999) “Urban Impacts and Probable Effects of Earthquakes on The Infrastructure of a Megacity, Istanbul”, Proceedings of ITU – IAHS InternationalConference on The Kocaeli Earthquake, December 2 – 5, 1999, İstanbul,  pp. 175 – 182.

 

Samsunlu A. (1999). “Yaşadığımız Deprem ve Öneriler”, Çevre Teknolojisi,Sayı:21, Sh. 3 – 4.

 

Sarıkaya H. and Koyuncu İ. (1999). “Evaluation of The Effects of Kocaeli  Earthquake on Water and Wastewater Systems”, Proceedings of ITU – IAHS InternationalConference on The Kocaeli Earthquake, December 2 – 5, 1999, İstanbul,  pp. 183 – 190.

 

Yenigün O. (1999). “Deprem Bir Çevre Felaketidir”, Çevre Teknolojisi,Sayı:21, Sh. 5 - 6.

 

p
Yukarı

 
 

 

 
   
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
     
                 
 

Dergide yayımlanan yazılar yazı işlerinin izni olmaksızın başka hiç bir yerde yayımlanamaz veya bildiri olarak sunulamaz. Kısmen veya tamamen yayımlanan yazılar kaynak gösterilmeden hiçbir yerde kullanılamaz.